Galatasaray ortak tutkusudur biz Galatasaraylıların… Biz bu
renkleri çok severiz ama neden severiz, nasıl severiz?
Çocukluk günlerimizde hep aynı hurafeyi dinlerdik “2000 li yıllar dünyada çok şeyi değiştirecek, milenyum çağı başlayacak” diyorlardı. Ben çocuk aklımla dünyaya uzaylılar falan gelecek zannederdim. Gerçekten 2000 li yıllar hayatımızın dönüm noktası oldu. İnternet geldi, sosyal medya geldi; ülkeler arasındaki mesafeler ortadan kalktı. Lüks tüketim ve doyumsuzluk arttı, herkes kazanan tarafta olmak istedi. Ortadan kalkan sadece insanlar arasındaki mesafeler değildi, kültürler de karma bir yapıya büründü.
Galatasaray da 2000 li yıllardan nasibini aldı. Milenyuma çok gösterişli bir giriş yaptık. Çifte Avrupa kupasıyla tüm dikkatleri üzerimize çektik. Artık Galatasaray; Galatasaray olduğu için sevilmiyordu, çok başarılı olduğu için seviliyordu. Pasta büyümüştü ve herkes kendisine kocaman bir dilim almayı hayal ediyordu. Güçlüden yana olmak milenyumun en revaçta marifetiydi. Galatasaray kazanıyordu, kazandıkça daha çok seviliyordu. Kimse Galatasaray’ın özüyle ilgilenmiyordu, ruhlarımızı bilinçsizce güç, başarı, zenginlik ve popülarite duvarlarının arasına hapsetmiştik. Kendi kendimize eğleniyorduk, çok geçmeden çatımızın kara bulutlarla kaplanıp hayatımızın zindana döneceğinden habersizdik. Arada bazı çatlak sesler gerçeği haykırdılar ama halimizden o kadar memnunduk ki doğru söyleyenler ya 9 köyden kovuldular ya da hain ilan edildiler.
Sonra bize kim olduğumuzu hatırlatabilecek atalarımız birer birer bizi terk ettiler. Metin, Turgay, Nedret, Özer ve Ali’ler göçüp gittiler. Geride kalan orta kuşak ağabeyler ise tam bir hayal kırıklığıydı, onların bizim Galatasaray aşkımızı perçinlemeleri gerekiyordu ama bizi kenara itip “durun bakalım siz daha çocuksunuz, siz anlamazsınız, Galatasaray’ı biz sizden daha çok seviyoruz, neyin daha iyi olduğunu biz biliriz” dediler. Yakın geçmişe kadar insanlar Galatasaray’a değer katarken, Galatasaray o kadar büyüdü ve insanların emelleri o kadar küçüldü ki herkes koca çınardan bir yaprak koparmanın peşine düştü. Keşke kopardıkları yaprakların bindikleri dallarını kesmekle eş değer olduğunu ön görebilselerdi.
İmkanlar o kadar sınırsızdı ki bal tutanların parmak yalaması alışkanlık haline geldi. Sonra kardeşler arası miras kavgası başladı, statükocular pastadan en büyük dilimi alıp diğerlerine küçük sus payları vermeyi adet edindiler. Baktılar ki işler tıkırında gemi azıya alıp “artık hepsi bizim” dediler, kendilerini herkesten üstün zannettiler. Oysa asıl gücü diğer kardeşlerinden aldıklarının farkında değillerdi. Her geçen gün bütün olarak zayıflamamıza neden oldular.
Organizmanın iç yüzü gibi dış yüzü de süratle değişiyordu, Galatasaray’a gönül verenlerin hali, tavrı terse dönmüştü. Alp Aslan da biz terk edince işler çığırından çıkmaya başladı. Kimin ne dediği, kimin neyin peşinde olduğu belli değildi. Ekonomik, kültürel ve politik manipülasyon aldı başını yürüdü.
Galatasaray’ı anlamak için Galatasaray’ı yaşamak ve hissetmek gerekir, topun çizgiyi geçmesinin Galatasaray’ı anlamakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Galatasaray’ı anlamak için tarihini, amacını bilmek ve mümkünse atalarını dinlemek gerekir. Elimizde bir Yalçın kaldı, o da ne kadar burada olacak bilinmez; imkanınız varsa gidin yanına, kalan zamanını paylaşmayı deneyin.
Galatasaray bir bütünün parçasıdır, ebedi dostları ve ezeli rakipleri vardır. Galatasaray büyüktür, Galatasaray bir kültür beşiğidir, Galatasaray bu memleketin parlayan yıldızlarındandır…
Birileri artık bizi istemiyor, birileri de geçici bir süre için ayakta kalabilmek uğruna düzene boyun eğiyor. Biz değil miydik eskiden kuralları koyan, kendi bildiğimiz yolda yürüyen? Neden bir adım geri çekilip büyük resmi görmeye çalışmıyoruz?
Galatasaray’ı Galatasaray olmaktan çıkartmaya çabalayanları alt etmenin tek yolu vardır o da özümüze dönüp kültürümüze sahip çıkmaktır. Biz top oynayan, ağaca tırmanan çocuklar; kendi çocuklarımıza da bu kültürü miras bırakmak istiyorsak asla vazgeçmemeliyiz. Katarlı’nın, Rus’un dünya şampiyonu Galatasaray’ını alkışlayacağıma ben kendi Galatasaray’ımı mahalli kümede seyretmeye razıyım.
Ağabeydir, abladır, kardeştir, biz birbirimizi affederiz ama tarih bizi affeder mi bilemiyorum…
Çocukluk günlerimizde hep aynı hurafeyi dinlerdik “2000 li yıllar dünyada çok şeyi değiştirecek, milenyum çağı başlayacak” diyorlardı. Ben çocuk aklımla dünyaya uzaylılar falan gelecek zannederdim. Gerçekten 2000 li yıllar hayatımızın dönüm noktası oldu. İnternet geldi, sosyal medya geldi; ülkeler arasındaki mesafeler ortadan kalktı. Lüks tüketim ve doyumsuzluk arttı, herkes kazanan tarafta olmak istedi. Ortadan kalkan sadece insanlar arasındaki mesafeler değildi, kültürler de karma bir yapıya büründü.
Galatasaray da 2000 li yıllardan nasibini aldı. Milenyuma çok gösterişli bir giriş yaptık. Çifte Avrupa kupasıyla tüm dikkatleri üzerimize çektik. Artık Galatasaray; Galatasaray olduğu için sevilmiyordu, çok başarılı olduğu için seviliyordu. Pasta büyümüştü ve herkes kendisine kocaman bir dilim almayı hayal ediyordu. Güçlüden yana olmak milenyumun en revaçta marifetiydi. Galatasaray kazanıyordu, kazandıkça daha çok seviliyordu. Kimse Galatasaray’ın özüyle ilgilenmiyordu, ruhlarımızı bilinçsizce güç, başarı, zenginlik ve popülarite duvarlarının arasına hapsetmiştik. Kendi kendimize eğleniyorduk, çok geçmeden çatımızın kara bulutlarla kaplanıp hayatımızın zindana döneceğinden habersizdik. Arada bazı çatlak sesler gerçeği haykırdılar ama halimizden o kadar memnunduk ki doğru söyleyenler ya 9 köyden kovuldular ya da hain ilan edildiler.
Sonra bize kim olduğumuzu hatırlatabilecek atalarımız birer birer bizi terk ettiler. Metin, Turgay, Nedret, Özer ve Ali’ler göçüp gittiler. Geride kalan orta kuşak ağabeyler ise tam bir hayal kırıklığıydı, onların bizim Galatasaray aşkımızı perçinlemeleri gerekiyordu ama bizi kenara itip “durun bakalım siz daha çocuksunuz, siz anlamazsınız, Galatasaray’ı biz sizden daha çok seviyoruz, neyin daha iyi olduğunu biz biliriz” dediler. Yakın geçmişe kadar insanlar Galatasaray’a değer katarken, Galatasaray o kadar büyüdü ve insanların emelleri o kadar küçüldü ki herkes koca çınardan bir yaprak koparmanın peşine düştü. Keşke kopardıkları yaprakların bindikleri dallarını kesmekle eş değer olduğunu ön görebilselerdi.
İmkanlar o kadar sınırsızdı ki bal tutanların parmak yalaması alışkanlık haline geldi. Sonra kardeşler arası miras kavgası başladı, statükocular pastadan en büyük dilimi alıp diğerlerine küçük sus payları vermeyi adet edindiler. Baktılar ki işler tıkırında gemi azıya alıp “artık hepsi bizim” dediler, kendilerini herkesten üstün zannettiler. Oysa asıl gücü diğer kardeşlerinden aldıklarının farkında değillerdi. Her geçen gün bütün olarak zayıflamamıza neden oldular.
Organizmanın iç yüzü gibi dış yüzü de süratle değişiyordu, Galatasaray’a gönül verenlerin hali, tavrı terse dönmüştü. Alp Aslan da biz terk edince işler çığırından çıkmaya başladı. Kimin ne dediği, kimin neyin peşinde olduğu belli değildi. Ekonomik, kültürel ve politik manipülasyon aldı başını yürüdü.
Galatasaray’ı anlamak için Galatasaray’ı yaşamak ve hissetmek gerekir, topun çizgiyi geçmesinin Galatasaray’ı anlamakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Galatasaray’ı anlamak için tarihini, amacını bilmek ve mümkünse atalarını dinlemek gerekir. Elimizde bir Yalçın kaldı, o da ne kadar burada olacak bilinmez; imkanınız varsa gidin yanına, kalan zamanını paylaşmayı deneyin.
Galatasaray bir bütünün parçasıdır, ebedi dostları ve ezeli rakipleri vardır. Galatasaray büyüktür, Galatasaray bir kültür beşiğidir, Galatasaray bu memleketin parlayan yıldızlarındandır…
Birileri artık bizi istemiyor, birileri de geçici bir süre için ayakta kalabilmek uğruna düzene boyun eğiyor. Biz değil miydik eskiden kuralları koyan, kendi bildiğimiz yolda yürüyen? Neden bir adım geri çekilip büyük resmi görmeye çalışmıyoruz?
Galatasaray’ı Galatasaray olmaktan çıkartmaya çabalayanları alt etmenin tek yolu vardır o da özümüze dönüp kültürümüze sahip çıkmaktır. Biz top oynayan, ağaca tırmanan çocuklar; kendi çocuklarımıza da bu kültürü miras bırakmak istiyorsak asla vazgeçmemeliyiz. Katarlı’nın, Rus’un dünya şampiyonu Galatasaray’ını alkışlayacağıma ben kendi Galatasaray’ımı mahalli kümede seyretmeye razıyım.
Ağabeydir, abladır, kardeştir, biz birbirimizi affederiz ama tarih bizi affeder mi bilemiyorum…