12 Ekim 2015 Pazartesi

ŞİKE DAVASI VE ÜLKEMİZİN GERÇEKLERİ...

Şike davasına çok şey borçluyuz... Bazılarımız "olmasa daha iyiydi" diye düşünebilirler ama bence şike davası Türk Sporseverlerinin, hatta Türk Halkının başına gelen en hayırlı olaylardan birisidir. Bir müsibet bin nasihattan iyidir derler ya, aynen öyle bir şey.

Benim için en önemli kazanım şike davası sayesinde EDER'in kurulmuş olmasıdır. Bir avuç aklı başında adam kocaman bir STK yarattık. Şike davası olmasaydı EDER de olmazdı.

Gelelim sportif ve politik düşüncelerime. Aslında bugünü en başından beri sabırsızlıkla bekliyordum. İlk gün söylediklerimin en son söylenmesi gerekenler olduğunu biliyordum ama bir gün söylemlerimin doğrulanacağından da emindim.

Benim için en önemli konu çocuklarımın bir hukuk devletinde büyümeleridir. ABD'nin süper güç olmasının tek nedeni sokaktaki vatandaşlarının hukuki hakları olmasıdır. Evet, onlar da her türlü rezalete bulaşabiliyorlar ama her birey, mükemmele yakın işleyen hukuk sistemi sayesinde haklarını koruyabiliyor.

Kendi ilgimin yanı sıra, şike davasına hakim olmamın en önemli nedeni sevgili eşim Taciser Ülkü Levent​ 'in hukukçu olması ve Ergenekon davasında savunma avukatı olarak görev yapmasıdır. Ülkemizde sade sporsever olarak ve sadece medya organlarını takip ederek gerçek bilgilere ulaşabilmek imkansızdır. Ne yazık ki herkes her şeyi istediği gibi çarpıtıp kendine yontmayı alışkanlık haline getirmiştir.

Şike davasının benim için Ergenekon'dan, Balyoz'dan, Poyrazköy'den hiçbir farkı yoktur. Tamamı düzmecedir ve yargılamaların tamamı yanlış mahkemelerde yapılmıştır. Bu benim şahsi düşüncem değil, hukuki bir gerçektir... Galatasaray Başkanı Prof. Dr. Duygun Yarsuvat ağabeyim de aynen bunu söylemişti. Eğer hakkı, hukuku, yasaları kendi lehimize çarpıtırsak; bir gün bir hasmımız karşımıza çıkar ve o da hakkı, hukuku, yasaları aynen kendi lehine çarpıtabilir. Hak, hukuk, yasa, bir ve doğru olmalıdır, çarpıtılamamalıdır. Aksi taktirde bugün işinize gelen şey yarın başınızı yakabilir. Her şeyden önce, hakkımız neyse ona razı olmayı öğrenmemiz lazım...

Zamanında hakkı, hukuku çarpıtanlar bugün memlekete giremiyorlar... Gülme komşuna gelir başına misali. Ben bir Galatasaray'lı olarak bu haksızlığa ses çıkartmayıp bıyık altından gülerek ezeli rakibimin okkanın altına gitmesine seyirci kalsaydım vicdanen rahat edemezdim. Zaten sıradaki kurban da diğer ezeli rakibimdi, sonra da sıra benim kulübüme ve diğerlerine gelecekti...

Bu operasyondaki asıl hedef Türk Sporuna hakim olup kitlelerin algı yönetimini manipüle etmektir. Bu planı ilk günden görüp tedbir almak gerekiyordu. Tehlike bağıra bağıra geliyorum diyordu ama tipik Türk Halkı davranışı olarak yumurta kapıya dayanmadan kimse bir şey yapmadı. Belki de kimse benim öngördüklerime ihtimal veremedi. Olayın esası anlaşıldığında iş işten çoktan geçmişti. Artık "bu hukuksuzluktur, haksızlıktır, usulsüzlüktür" savunması yapmanın bir faydası kalmamıştı. Gelinen noktada Fenerbahçe kurmayları akıllıca davrandılar. Haktan, hukuktan fazla dem vurmadılar, sadece "biz şike yapmadık" dediler. Tüm Fenerbahçe taraftarları bu söylemin etrafında kenetlendiler. Çünkü fanatizmin sınırlarını zorlayan kitlelere hak, hukuk anlatmaktansa kendi taraftarı oldukları kulübü körü körüne savunmaya davet etmek çok daha basit bir yöntemdi.

Sonuçta her şeyin eğrisi doğrusuna denk geldi ama bu olanları doğru analiz edemeyip, gerçekleri göremezsek, bir dahaki sefere bu kadar şanslı olamayabiliriz. Dersimizi alıp ona göre davranmak zorundayız. Son 5 yılda ülkemde yaşananlar bana büyük ders oldu. Ben müdahil olmadığım konularda yorum ve eleştiri yapmayı pek sevmem. Hükümeti eleştirip seçim günü oy kullanacağına tatile gidenlerden, dernek yönetimini eleştirip tek bir toplantıya bile katılmayanlardan, apartman aidatları yüksek diye avaz avaz bağırıp yönetici olmaktan fellik fellik kaçanlardan değilim. Beğenmediğim bir şey varsa, eleştireceğime gidip kendim düzeltmeyi tercih ederim. Yani elimi taşın altına koymaktan çekinmem. Aynen EDER'i kurarken yaptığım gibi...

Ben bir sporsever ve tüm hayatını spora adamış, geçimini spordan kazanan bir birey olarak bu ülkenin spor politikalarından ciddi anlamda şikayetçiyim. Sızlanmak veya hiçbir şey yapmadan eleştirmek bana göre olmadığı için spor politikaları geliştirmeye karar verdim. Geçen hafta bir siyasi partiye üye oldum. Şimdi hemen soracaksınız "başkan hangi partiye üye oldun" diye. Aslında hangi partiye üye olduğumun değil, neler hedeflediğimin önemi var.

Misak-ı Milli sınırlarını koruyarak, Atatürk ilkelerinin ışığında yürüyerek, hukukun her şeyden üstün olduğu, her bireyin diğerlerinin özgürlük alanlarına tecavüz etmeden özgürce yaşayabileceği, din, dil, ırk ayırımı yapılmayan, demokratik bir cumhuriyette Türk Sporunu daha ileriye taşıyacak politikalar üretmeyi ve uygulamayı hedefliyorum. Hiçbir ilkemden taviz vermeye veya yolumdan dönmeye de niyetim yok. Gerekirse bağımsız aday olurum ailemden 3-5 oy alırım ama bir sporsever olarak sesimi duyururum. Belki de hep birlikte EDER Partisi'ni kurarız :)

Dikkatinizi çekerim, ilk günden itibaren hiçbir zaman şike yapıldı mı, yapılmadı mı tartışmasına girmedim, girmeyeceğim... Ana hedefe giderken tali yollarda kaybolmak büyük resmi görememektir. O yüzden hepinizden özellikle rica ediyorum, bu mesele bir kulübün şike yapıp yapmadığıyla alakalı değildir. Ama biliyorum ki beni illa zorlayacaksınız "başkan ne biliyorsan anlat" diyeceksiniz. Bildiğim tek gerçek tarihinde şike yapmamış kulüp bulunmadığıdır. Bazen çıkarlar uğruna, bazen de hatır gönül için yapıldı şikeler. Bazıları cezalandırıldı, bazıları görmezden gelindi. Önemli olan bundan sonra tertemiz bir Türk Sporu yaratabilmektir.

Tüm bu süreçte olayı en iyi özetleyen söz şuydu "ne şikesi yahu memleket elden gidiyor"... Hepinize sesleniyorum, bırakın didişmeyi, mücadele sahada yapılır. Son düdük çaldıktan sonra hepimiz kardeşiz, bunu asla unutmayın. EDER demek çizgiler arası rekabet ve çizgi ötesi dostluk demektir. Gelin siz de elinizi taşın altına koyun. Nasıl mı? Çok basit... Maçlarda küfür etmeyin, sahaya bir şey atmayın, rakiplerinize saygı gösterin, onları sahada yenmek için her türlü meşru mücadeleyi verin ama saha dışında da kardeş olduğunuzu asla unutmayın. Daha fazlasını mı yapmak istiyorsunuz? EDER'i büyütmek için bu gruba yeni dostlar kazandırın, toplantılara gelin, derneğe üye olup çocuklarımıza daha güzel bir ülke miras bırakmak için çalışın...

Hepinize kucak dolusu sevgiler...

9 Nisan 2015 Perşembe

1 YAŞINDAKİ BEBEĞİM EDER’İN HİKAYESİ...

11 Şubat 2014 Salı günü kendimi çok kötü hissediyordum. Spor sahalarında yaşanan tatsız olaylar benim için dayanılmaz bir hal almıştı. Aklıma gelen kelimeleri kağıda dökmenin sıkıntımı bir nebze olsun giderebileceğini hissettim, içimde yaşadıklarım insanlarla paylaşılabilecek türden değildi. Her bildiğimi herkese anlatamazdım ama çok merak ediyordum, acaba beni anlamaya yaklaşabilecek veya benim gibi düşünen birilerini bulabilecek miydim?

Üzerimdeki mahalle baskısını bir kenara bıraktım. Galatasaray taraftarı olarak değil de bir baba olarak düşündüm. Minik kızımın büyüyüp spor yaptığını, benim gibi Milli Takım formasını taşıdığını, karnaval tadındaki tribünleri selamladığını hayal ettim. Fanatik Beşiktaş taraftarı anneannem geldi aklıma, sonra Fenerbahçe delisi can dostlarımı ve Trabzonspor bağımlısı komşumu düşündüm. Hepimiz birbirimizi gerçekten çok seviyor ve sayıyorduk.

Birden rüyamdan uyandım, basit bir atışı kaçırdığım için tribünde maçımı seyreden annemin hemen arkasındaki sırada oturan kendi seyircimin anneme küfür ettiği gün film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. O okkalı küfür sessiz Spor Serginin her köşesinde yankılanmıştı, annemin duymama ihtimali yoktu… “Cihattt senin ananı s…yim”…

Sporculuk kariyerim boyunca işittiğim tek hakaretti, sahadaydım, yapacak hiçbir şeyim yoktu. Annem tribünde 5.000 seyircinin içinde tek başınaydı. O kadar insana karşı tepki vermek imkansızdı ama annem beni yanılttı. Arkasını döndü ve küfür eden genç taraftara “kolaysa gel de yap ulan piç kurusu” dedi… Bir anda salonda bir ölüm sessizliği oldu, yaptığından utanan küfürbaz annemin elini öpüp özür dilemeye çalışırken kendi arkadaşlarından feci dayak yedi.

O dönemde tribünlerde otokontrol, aile, camia ve spor terbiyesi vardı. Bu değerler günümüzde hızla erozyona uğradı ve acilen bir şeyler yapılması gerekiyor. Tek başına bir kadın bile bu çarpıklığa bundan 30 sene önce kafa tutabilmişti, hem de 5.000 kişiye karşı. O zamanlar ne sosyal medya vardı ne de cep telefonu; ne söyleyeceksen o anda adamın suratına söylemek zorundaydın. Annem yaptıysa ben neden bunu yapamayayım diye düşündüm ve EDER’in doğuşuna sebep olan o meşhur yazıyı http://cihatlevent.blogspot.com.tr/2014/06/boyle-bir-sampiyonluk-istemiyorum-bir.html yazıp sosyal medyada paylaştım.

Tedirgindim, ne tepki alacağımı bilemiyordum ama ilk 1 saatte 1.021 beğeni ve tebrik mesajı aldım. Başlangıçtaki tedirginliğim derin bir mutluluk ve başarı hissine dönüştü, cesaretim pekişti. 3 gün boyunca yazım sosyal medyanın tepesinde kaldı. Artık emindim, benim gibi hisseden ve düşünen binlerce insan vardı. Bu saçmalığa bir son vermenin zamanı gelmişti.

14 Şubat 2014 Cuma günü bir Facebook grubu kurmaya kadar verdim. İsim o an zihnimde belirdi. Klavyemde “E”, “R” ve “D” harfleri yan yana duruyordu… EDER… Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet…
Kurulan grup bir ay gibi kısa bir sürede 5.000 üyeyi geçti. Bu rakam benim için çok önemli bir göstergeydi zira bizim zamanımızın en büyük salonu olan Spor Sergi 5.000 kapasiteliydi. Bu kadar insanı bir araya toplayabilirsem oyunculuğumdan daha çok seyirci toplamış olurum diye düşünmüştüm. Bugün EDER Abdi İpekçi Arena’ya bile sığmıyor ve eminim ki kısa bir süre sonra Atatürk Olimpiyat Stadı’na bile sığamaz olacak.

Platformdaki hareketlilik ve arzu önüne geçilemez boyuta gelmişti ve bence artık bir STK olmak gerekiyordu. 15 Mart 2014 Cumartesi günü gerçek hayatta ilk kez tanıştığım insanlarla bir toplantı düzenledim. Toplam 54 kişiydik, oy birliğiyle Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet Derneği EDER’i kurmaya karar verdik… 7 Nisan 2014 Pazartesi günü derneğimiz resmen kuruldu. İlk platform toplantısına katılan kurucular http://www.eder.com.tr/tr/news/112-ederkuruldu başta olmak üzere emeği geçen ve bana bu yolda destek veren herkese binlerce teşekkür ediyorum. http://www.eder.com.tr/tr/firstplatformmeeting

O günden bugüne EDER’de çok şey oldu, sadece 1 senede emeklemeden koşmaya başladık. Artık dünyanın her köşesinde bir EDER’li var. Hedef büyüttük, milyonlara ulaşmak ve bu anlamsız şiddete son vermek istiyoruz. Diğer organizasyonlar gibi tepeden inme iş yapmayacağız. EDER TABANDAN GELEN BİR BİRLİK HAREKETİDİR ve en büyük amacı spor sektöründeki ARZ-TALEP DENGESİNİ DEĞİŞTİRMEKTİR.

Sevgili eşimle birlikte kendi çocuğumuz gibi üzerine titrediğimiz EDER birinci yaşını doldurdu. EDER’in artık sizlerin desteğine çok daha fazla ihtiyacı var. Bu oluşumu hep birlikte büyüteceğiz. EDER’e katılın, EDER’e destek olun…

Daha fazlası için www.eder.com.tr

5 Nisan 2015 Pazar

İLK KURŞUN...

Çocuktum top oynardım, çok mutluydum. Ayakkabılarım eskirdi, giysilerim kirlenirdi ve hatta çoğu zaman yırtılırlardı. Yamalı giymek ayıp değildi ama pis olmak kabul edilemezdi... Babam doktordu, eve geldiği zaman hiçbir şey söylemeden koltuğuna oturup çantasını açardı. Hemen klasik üçlüyü çıkartırdı, hydrophile pamuk, oksijenli su ve Teinture d'Iode... "Gel bakalım" diye bana seslenirdi. Her akşam olduğu gibi yaralarıma pansuman yapardı. Yarasız, beresiz günüm olmazdı... Teinture d'Iode canımı çok yakardı, annem acımı dindirmek için yaralarıma üflerdi. Şimdi Baticon var hiç yakmıyor…

Bahçede arkadaşlarımla top oynarken herkes kendi tuttuğu takımın formasını giyerdi, can dosttuk, yalnız başımıza hiçbir şey yapmazdık. Kadro tamamlanana kadar kapının önünde oturur beklerdik. Herkes geldikten sonra topun peşinde koşmaya başlardık.

Sonra en sevdiğim oyun mesleğim haline geldi. Hem top oynuyordum hem de para kazanıyordum, benden daha mutlusu yoktu... Top oynamayı kim sevmezdi ki? Hem artık çok iyi oynuyordum, ailem, arkadaşlarım ve hatta beni tanımayan insanlar bile beni seyretmeye başlamışlardı. Rakip takımı tutanlar da beni alkışlıyorlardı, sırtımı sıvazlıyorlardı, "aferin" diyorlardı, beni cesaretlendiriyorlardı...

Sonra bir gün televizyonda bıyıklı, kambur, kötü bir amca gördüm. Gözlerinde kin ve nefret vardı. Diyordu ki "ben ezeli rakibimin yabancı takımlarla yaptığı maçlarda Türk olmayan takımları destekliyorum, çünkü ezeli rakibim Avrupa'da kazandıkça zenginleşiyor, sonra dışarıda kazandığı paraları kullanarak daha iyi takım kurup Türkiye Ligi'nde beni yeniyor"... Ertesi gün rakip takımdan başka bir amca daha televizyona çıktı, onun da yüreği kin ve nefret doluydu. Dedi ki "biz de zaten onlar için aynı şeyleri düşünüyor ve diliyoruz"... İşte o güne kadar hepimiz kardeştik ama o gün aramıza nifak tohumları ekildi... Sonra bir alay gözü dönmüş bilinçsiz insan o tohumları büyük bir özenle suladılar, gübrelediler ve bizim fidanlık içinden çıkılamaz balta girmemiş vahşi bir ormana dönüştü. Zehirli sarmaşıklar insanlığımızı esir aldı. Dost, düşman oldu...

Belli ki bu düşünce tarzına yakın olanlar sadece iki kişi değildiler, zaten millet olarak savaşçı ruha sahiptik, geçmişimiz düşmanlarla, savaşlarla doluydu. Sahip olduğumuz değerleri korumak için gözümüzü budaktan sakınmazdık. Hitler de bir liderdi ve onun da peşinden giden kitleler olmuştu. Bir anda kendimizi bilinçsiz bir savaşın içinde bulduk. Artık daha cahil ve daha duyarsızdık.

Geçen yıl ben bu sürecin tam tersini düşündüm. Nasıl, kötülük, kin ve nefret dalga dalga yayıldıysa iyiliğin de yayılabileceğini hissettim. O iki delinin kuyuya attığı taşları çıkarmaya uğraşmaktansa açık denize yeni bir taş atıp dalgalarının sahile vurmasını beklemeye karar verdim... Yanılmadım, ilk gün tek başımaydım, bugün silah arkadaşlarım var ve mücadelemiz dalga dalga yayılarak devam ediyor. Bizim silahlarımız onlardan çok daha güçlü, onlar küfür ediyor, taş atıyor, kurşun sıkıyorlar; biz onları zekamız, aklımız, kalemimiz, dilimiz, sevgi, barış ve dostluk dolu yüreklerimizle ezip geçiyoruz.

Gelelim dün yaşananlara... Tek kelime ile insanlık dışı... Söyleyecek söz bulmak zor. Silahlı saldırıya uğrayan Fenerbahçe futbol takımı kafilesinin acısını paylaşıyorum. Kim yaptıysa 40 kişiyi taammüden öldürmeye teşebbüsten hüküm giymeli ve ömrünün sonuna kadar zindanlarda çürümeli... Olayla ilgili tartışılacak hiçbir şey yok...

Asıl konumuz neden bu tip olaylara maruz kaldığımızdır. Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet Derneği EDER olarak bu sorunun sebebini bulup tedavisinde üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Bu teşhisin doğru olması için de son derece titiz, duyarlı ve tarafsız bir analiz yapmalıyız. Hepiniz gördünüz artık taraf olmanın kimseye faydası yok. Hepimiz aynı gemideyiz, bunu peşinen kabul etmeyenler EDER ruhunu anlayamayanlardır.

Taraf olmayın diyorum çünkü size sunulan senaryolar gerçek dışı. O senaryoları üretenlerin tek hedefi var : cüzdanınızdaki parayı almak...

Biz sporseverleri; bölüp, parçalayıp, düşman edip daha fazla paramızı almak istiyorlar. Bizim birlik ve beraberlik içinde olmamız o sefillerin rantlarının azalmasına sebep oluyor. Bu ülkede yaşayan herkes kendi kapısının önünü süpürmekle mükelleftir yoksa kendi yarattığımız bataklıkta can veririz. Biz sporseveriz, temiz spor için el ele çalışmalıyız, bizim kapımızın önü Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet Derneği EDER 'dir...

Dükkanlar ateşe verildi, insanlar öldürüldü, istisnasız tüm değerlerimize sövüldü... Kim yaptı bunları? Kime sorsam aynı cevabı alırım : "onlar yaptı"... Sıkıldım artık aynı yanlış cevabı duymaktan... Doğru cevap ne biliyor musunuz? : BİZ YAPTIK...

Bütün bu çarpıklıklara prim vererek, önümüze konulan çamura cahilce saplanarak, bize satılan defolu ürünü matah bir şeymiş gibi görerek bu canavarı biz yarattık. Öyle ya, kim kendisinin salak olduğunu kabul eder? “Evet, ben bu iadesi olmayan ürünü dünyanın parasını ödeyerek aldım ama dolandırılmışım” demek yürek ister. Onun yerine “en büyük biziz” demek, “nasıl yendik demek” daha keyifli...

Uyanın arkadaşlar birileri paranızı çalıyor, size küfür ediyor ve zekanızla dalga geçiyor...

Ekmek parasını kazanmaya çalışan Rize'li bir kardeşim otobüsün direksiyonuna oturuyor ve ruhen rahatsız birisi tüm kafileyi öldürmek niyetiyle tetiğe basıyor. Bu elim olayı kınayıp üzüntümüzü dile getireceğimize hala “ama siz de dükkan yaktınız”, “ama siz de şike yaptınız” gibi bilinçsiz yorumlar yapılıyor. Nerede kaldı bizim insanlığımız? O otobüs viyadükten yuvarlanıp tüm kafile can verseydi ne olacaktı?

Kim bizi bu hale getirdi? Nasıl getirdi? Bunun sosyolojik olarak incelenmesi lazım. Aslında hepimiz biliyoruz ki balık baştan kokuyor. Bu yöneticilerle bu iş olmuyor ama kısa vadede üretebileceğimiz kesin bir çözüm daha var. Kimsenin aklına gelmiyor.... Ağzından köpükler saçarak rakiplere saldıranların yüzüne gülüp “haydi yürüyün gidin, artık sizin palavralarınıza karnımız tok, biz hepimiz kardeşiz, dostuz” desek ne olur acaba?

Dün Fenerbahçe kafilesine sıkılan o kurşun bence Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet ruhuna sıkılan ilk kurşundur.

Akıllı olalım, bilinçli olalım, provokasyona gelmeyelim, birbirimize saldırmak yerine yaralarımızı saralım, sorunlara EDER olarak çare bulalım.

Ben çocukluğumu ve top oynamayı çok özledim... Kadroyu yeniden kuralım, hep birlikte top oynayalım.

18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE VE KAHRAMAN SPORCULAR...

Kurtuluş Savaşı yıllarında oynanması gereken bir Galatasaray - Fenerbahçe maçında sahada toplam 15 futbolcu yer aldı... Sahaya bir takım 8, diğeri ise 7 kişi çıkartabilmişti. Oyuncuların geri kalanları cepheye gitmişlerdi. Karayağız delikanlılar vatanı savunmak için canlarını feda etmekte tereddüt etmediler. Atalarımız, dedelerimiz, Çanakkale'nin her karış toprağını kanları ile suladılar... Bizlere bu cennet vatanı bırakmak için kendilerini feda ettiler... Çocukları, torunları bu topraklarda top oynayabilsin diye kendi formalarını çıkartıp omuz omuza can verdiler. Çanakkale'yi geçilmez kıldılar, destan yazdılar, tarih oldular...

Bugün sahada forma giyenler veya tribünlerde onları izleyenler o maçı ve o günleri asla unutmasınlar. Sporcu atalarımız biz burada birbirimizi yiyelim diye can vermediler. Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet ruhuna ihanet eden herkes her an aşağıdaki isimlerinin kemiklerini sızlatıyor...

ÜÇ BÜYÜKLERİN ŞEHİT FUTBOLCULARI

Futbolcunun Adı, Takımı, Şehit Düştüğü Yer

1 -  Arif, Fenerbahçe, Bor Ovası
2 -  Nurettin, Fenerbahçe, Fikirtepe Bataryası
3 -  Halim, Fenerbahçe, Fikirtepe Bataryası
4 -  Kemal, Fenerbahçe, Çanakkale Savaşı
5 -  Zeki, Fenerbahçe, Çanakkale Savaşı
6 -  Hüsnü, Fenerbahçe, Çanakkale Savaşı
7 -  Neşet, Fenerbahçe, Çanakkale Savaşı
8 -  Refik Bey, Fenerbahçe, Kulüp Binasında
9 -  Mustafa Bey, Fenerbahçe, Kulüp Binasında
10- Ethem Bellisan, Fenerbahçe, Erenköy Bataryası
11- Haldun, Fenerbahçe, Kafkas Cephesi
12- Doktor Ali, Beşiktaş, Kafkas Cephesi
13- Asım, Beşiktaş, Kafkas Cephesi
14- Muallim Sadi, Beşiktaş, Kafkas Cephesi
15- Kaptan Kazım, Beşiktaş, Çanakkale Savaşı
16- Doktor Mehmet, Beşiktaş, Kafkas Cephesi
17- Rıdvan, Beşiktaş, Çanakkale Savaşı
18- Kürt Celal, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
19- Abdurrahman, Galatasaray, Kafkas Cephesi
20- Halit, Galatasaray, Kafkas Cephesi
21- Kaleci Hamdi, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
22- Hasnun Galip, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
23- Celal İbrahim, Galatasaray, Irak Cephesi
24- Neşet, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
25- İdris, Galatasaray, Trablusgarp Cephesi
26- Refik Ata, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
27- Mehmet Ali, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
28- Hasip, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
29- Cemil, Galatasaray, Çanakkale Savaşı
30- Nazmi, Galatasaray, Çanakkale Savaşı

VE ADI KAYITLARA GEÇMEMİŞ TÜM İSİMSİZ KAHRAMANLAR...

Allah sizlerden razı olsun, Allah mekanınızı cennet eylesin, hatıranız önünde saygı ile eğiliyoruz Türk Sporunun gerçek kahramanları, ölümsüz şehitlerimiz...

10 Mart 2015 Salı

SADECE GALATASARAY DEĞİL, TÜRK BASKETBOLU DA KAZANDI...

Basketbolda Galatasaray sınırlı kadrosuna rağmen Fenerbahçe'yi yendi. Takımdan ayrılan yıldız oyuncular, sakatlar ve cezalı coach Galatasaray için büyük dezavantaj olarak lanse ediliyordu. Basında felaket senaryoları çiziliyordu, hatta fark 30 sayı mı olur, 40 sayı mı olur yorumları yapanlar vardı. Öyle ya Fenerbahçe'nin kadro derinliği kimsede yok, Coach Obradaviç tartışmasız Avrupa'nın gelmiş geçmiş en başarılı çalıştırıcılarından birisi, takım Avrupa Ligi'nde almış başını gidiyor, geleni deviriyor, gideni deviriyor, kimse yan bakamıyor... Galatasaray'ın ise tek avantajı kendi sahasında oynamaktı. Tüm bu veriler kağıt üzerinde Fenerbahçe'nin 20 sayı öne fırlaması için zemin hazırlıyordu...

Ama maalesef diğer spor braşlarında olduğu gibi basketbol da kağıt üzerinde değil sahada oynanıyordu. Bu maçta sahada "Aslan" yoktu, "Yaralı Aslan" vardı, bir de "Aslan Yürekli Bir Adam"... Maçı gurur meselesi yapmış vakur bir atlet çıktı sahaya. Ayak bileği ağrısı nedir bilenler anlar ancak O’nun halinden... Ayak yana esnemesin diye alçı gibi flaster bandaj yapılır bileğe. Her kalp atışının basıncını ayak bileğindeki zonklamadan sayarsın. Sanki kalbin ayak bileğine taşınmıştır. Performans arttıkça nabız yükselir, kalbin dakikada 120 atmaya başlar, ayak bileğinde dakikada 120 farklı acı hissedersin. Sinan Güler hayat amacını gerçekleştirdi. Hiç umurunda olmadı ayağındaki ağrılar, O hayatını yaşamak istedi. Gerçek bir atlet gibi sahaya çıkıp bu maçı yaşamak istedi. Gücünün, terinin son damlasına kadar mücadele etmek istedi. Çünkü bu gerçek bir atletin hayatta mutlu olma yoludur. Her an hafızanıza kazınır, aynı adrenalini ömür boyu hissedersiniz, maçın o anını hatırladığınız zaman oturduğunuz yerde nabzınız yükselir, vücut beyine ayak uydurur ve o maç anında verdiği reaksiyonları hatırlar. Hormonlarınız aynı o andaki gibi salgılanır, vücudunuz maçın o anındaki halini alır. Aynı çocukluğunuzda yediğiniz bir tokadın acısını yıllar sonra hissetmek gibidir gerçek atletlerin kariyer hafızaları. Sinan Güler sahaya çıktı ve yapması gerekeni yaptı, aksi olsaydı Tanrı'nın kendisine verdiği yeteneklere ihanet etmiş olurdu. Bir profesyonel gibi işinin başındaydı, bir amatör gibi yüreğini sahaya koymuştu.

Her zaman söylerim yabancı oyunculardan tam performans almak için ekstra motivasyon gerekir. Kendi memleketini bırakıp ekmek parası kazanmak için buralara gelen genç adamların ilk düşünceleri sakatlanmamaktır. Çoğunlukla ürkek ve çekingen davranırlar, düz oynarlar, etliye sütlüye karışmadan maçı bitirmeye çalışırlar. Ama aslında hepsinin amatör bir ruhu vardır ve hepsi çocukluklarında gerçek bir spor terbiyesi almışlardır. İyi yabancı oyuncular tetik mekanizması eksik bomba gibidirler. Sahaya bir yerli oyuncu çıkar ve kendisini yerden yere atmaya başlar, takımın tetik mekanizması olur, içlerindeki kazanma kodları silinmemiş tüm gerçek atletler bundan etkilenirler. Beyin risk hesabı yapmayı bırakır ve vücuda ölümüne savaşmasını emreder. İşte takım ruhunun uyanması denilen şey budur. Sinan Güler tetik oldu Galatasaray'ın basketbol kültürü ve amatör ruh ile büyümüş Sırp oyuncuları da bomba...

BU MAÇ TÜRK SPOR TARİHİNE YAZILDI VE BU MAÇ TÜRK SPOR YÖNETİCİLERİNE DERS NİTELİĞİNDEDİR...


Evet, Galatasaray basketbol takımı önemli bir maç kazandı, hem play-off yolunda ilerledi, hem de futbolda kaybedilen maçın yaralarını sardı. Ama daha önemlisi ciddi seyirci desteğini de arkasına alıp Galatasaray ailesine moral verdi. Şimdi asıl soru bu böyle devam eder mi yoksa tek atımlık barut vardı o da ezeli rakibe mi sıkıldı? Bu sorunun cevabı Galatasaray yönetiminde saklı. Eğer altyapıya önem verip her sezon sahaya yeni bir Sinan Güler sürebilirseniz ne ala, yok süremezseniz fellik fellik para aramaya devam... İsterseniz bütçeniz 50 milyon avro olsun taşıma suyla değirmen dönmez. Kendi oyuncusunu yetiştirmeyen takımın ruhu olmaz, ruhu olmayan takım da dünyaları satın alsa şampiyon olamaz... Bu iş parayla değil yürekle yapılır.
Coach Ergin Ataman ilk günden kafayı Obradoviç'e takmıştı "büyütmeyin bu adamı bu kadar gözünüzde" diyordu. Obradoviç'in kariyerini eleştirmek bizim haddimize değil, zaten Ergin hocanın amacı da Obradoviç'in başarılarını inkar etmek değildi. O sadece karşısında ölümsüz/yenilmez bir dev olmadığını ifade diyordu. Kendisine güveniyordu ve en az Obradoviç kadar iyi olduğunu hissediyordu. Yanılmadı da, tribünde olmasına rağmen Obradoviç'i uzaktan kumandayla yendi. Tabi sahada takımı yöneten yardımcısı Yağızer Uluğ kardeşimizin de hakkını teslim etmek lazım...

Sonuç olarak bu maçtan dersimizi alırsak Türk Sporu kazançlı çıkar. Yerli oyuncu olmadan başarı hayaldir ve yerli çalıştırıcılar da en az yabancılar kadar yeteneklidir. Değerlerimize sahip çıkalım. En ufak bir hatalarında onları eleştirmek, yerden yere vurmak veya başarılarında bu ve buna benzer yazılar yazıp methiyeler düzmek çok kolay, önemli olan zor günlerinde onların arkasında durabilmek ve sırtlarını sıvazlayıp motive etmektir.