12 Nisan 2014 Cumartesi

AT, AVRAT, SİLAH

1965 doğumluyum, yaşı bana yakın olanlar gayet iyi hatırlar, 1980’li yıllara kadar tribünlerde ne şiddet vardı ne de küfür…

Sonra ilk şifreli kanal kuruldu ve yayın hakları kulüplerin en ciddi gelir kaynakları arasında yer almaya başladı. Derken Avrupa kupalarına katılan kulüplere UEFA’nın ödediği paralar astronomik boyutlara ulaştı. Kulüpler dernek gibi yönetilirken zaman içinde holdingleşmeye başladılar. Tam bu süreçte birkaç deli kuyuya taş attı… “Rakibimiz yurtdışında kazandıkça ekonomik olarak güçleniyor ve sonra da bu maddi gücü yurtiçi rekabette kullanıyor, o yüzden yabancı takımlarla oynadıkları zaman bile biz ezeli rakibimiz olan Türk takımlarını değil yabancı takımları tutuyoruz” kıvamında söylemler ekranlarda uçuşmaya başladı. “Düpedüz vatan hainliği” veya “spor ruhu ve ahlakına uygun değil, centilmence değil” diyenler oldu ama üzüm üzüme baka baka karardı. Aklıselim açıklamalar her geçen gün cılızlaştı ve sonunda fanatizm naralarından başka bir şey duyamaz olduk.

Benim aklım hala almıyor, sahada maç yapan iki takımdan birisinin göğsünde ay-yıldız var ve sen bir Türk olarak diğer takımı tutuyorsun. Ben o ay-yıldızı yıllarca göğsünde gururla taşımış bir vatan evladı olarak, böyle tipleri gördükçe utanç duyuyorum.

Ezeli rakipler yurtdışında başarılı olamasa, ülke puanı yükselmese Avrupa kupalarına bu kadar çok Türk takımı katılabilir miydi? Neden bir de ezeli rakiplerinizin yurtdışı başarıları sayesinde kendi kasanıza giren paraların hesabını yapmıyorsunuz? Çünkü bazılarının işine gelmiyor… Takımına yürekten bağlı olan taraftarı sömürmek ve kandırmak maharet gibi gösteriliyor.

Gündemde bir şike meselesi var ki değmeyin gitsin. Her kafadan bir ses çıkıyor… Herkes bir yorum getiriyor, taraftarlar arası gerilim kullanılarak spor üzerinden politika yapılıyor. Bana sorarsanız son durum çok basit. Fenerbahçe’nin şike yapıp yapmadığının artık hiçbir önemi kalmadı çünkü şike kararı veren Özel Yetkili Mahkemeler artık yok. Hukukçu değilim, yasal prosedürü bilemem ama kamuoyu vicdanı göz önüne alınırsa bugün geçerli olmayan mahkemelerin dün verdikleri kararlar da geçerli olamaz.

Şike, doping ve şiddet; sporun üç ana düşmanıdır. Bu üç illetten birisine karışanın en sert biçimde cezalandırılması gerektiğine canı gönülden inanıyorum. Babamın oğlu olsa tanımam, cezası neyse çeksin. Hem sadece şahıslarla da iş bitmez, o yönetimi seçen genel kuruldur; o sporcuyu, antrenörü veya idareciyi transfer eden ise genel kurul tarafından kulübü temsile yetkili kılınmış olan yönetim kurulu üyeleridir. Yani yönetimlerde yer alan şahısların yaptıkları hata kulüp tarafından yapılmış anlamına gelir. Bu durumda suç işleyen şahıslarla beraber mensubu oldukları kulüpler de ceza almayı hak ederler.

Gelelim Aziz Yıldırım’ın durumuna, suç işlediyse cezasını çeksin ama herkes gibi O da adil yargılanmayı hak ediyor. Kapatılan mahkemelerin mantıksız ve tutarsız iddianameleri ile verilen cezalar demokratik bir cumhuriyetin temelinden sarsılmasına neden oluyor. Türk insanı enteresandır, dış güçler saldırmadıkça birlik beraberliğe pek önem vermeyiz. Direkt olarak şahsımızı ilgilendirmeyen konularda sosyal sorumluluk almaya pek sıcak bakmayız. Düşünün tarihte kurulmuş olan 16 Türk devletinin tamamı içeriden yıkılmış. Sınıra dayanıp bir Türk devletini yıkabilen düşman yok tarihte… Dikkat edin tarih tekerrürden ibarettir aynı zokayı tekrar yutmak üzereyiz. Bu tezime karşın son günlerde Türk Milletinin daha da enteresan bir tavrını gözlemliyorum. Derler ya ”AT, AVRAT, SİLAH” namustur Türk insanı için… Modernleşmenin sonucu olarak atların yerini otomobiller aldı, hem de hiçbir değerleri yok, binlerce lira ödeyerek almamıza rağmen sokağa park edip gidiyoruz. Silah desen artık ruhsata bağlı ve günlük medeni hayatta kullanımı anlamsız. Avrat meselesine gelince değer yargıları hala titizlikle korunuyor ama ne oldu biliyor musunuz? Artık avrattan bile önemli bir aidiyet kavramı var Türk Milleti için… “AİDİYET”…

Evet yanlış okumadınız, sporseverliğin yerini alan aidiyet duygusu artık Türk halkının yeni namus kavramı… “TARAFTARLIK” her şeyden önce geliyor. Ekonomi, eğitim, çevrecilik gibi hayati konuları önemsemeyen hatta fikir bile sahibi olmayan insanların taraftarı oldukları kulüp ile ilgili en ufak bir nahoş mesele vuku bulsa herkes top yekun göğsünü siper etmeye hazır. 3 Temmuz süreciyle birlikte öyle bir dalga yayılmaya başlandı ki adeta taraftarların namusuna göz dikildi. Şike varsa ispat edersin verirsin cezasını olur biter. Şike tek taraflı yapılamaz, iki tarafın anlaşmasıyla olur. Anlaşan tarafları sağlam delilleriyle çıkartırsın kanunun önüne gereğini yaparsın. Kamu vicdanı rahatlamadıkça istediğiniz kadar kanun çıkartın, istediğiniz yönetmelikleri yazın hiçbir işe yaramaz.

Bilinçsiz ezeli rakipler “Fenerbahçe küme düşsün” diye yaygara yapıyor olabilir veya fanatik Fenerbahçe taraftarları “biz şike yapmadık” diye kendilerini savunuyor olabilirler. Bir düşünsenize ezeli rakibinizin olmadığı bir lig kime keyif verir ki? Sakın yanlış anlamayın birileri şike yapsa bile ligden küme düşme olmasın demiyorum. Sadece kendinizi rakibin yerine koyup empati yapın veya başka bir deyişle aynı belanın sizin başınıza geldiğini düşünün. O zaman kendinizi nasıl hissederdiniz?

Diğer takımların taraftarları darılmasınlar ama hemen hemen her sporseverin üç büyüklerden birisine sempati duyduğudur.

Bırakın dalaşmayı, gün birlik olma günüdür. Yoksa kardeş kardeşe kırdırılacak… Sporun dini, dili, ırkı, olmaz. Spor kitleseldir, spor evrenseldir. Size haksızlık edilmesini istemiyorsanız, rakibinize de haksızlık yapılmasına engel olmanız gerekir. Yoksa bir gün sıra size gelir, hiçbir şey yapamazsınız; yalancı çoban misali yapayalnız kalırsınız. Kanarya, Kartal, Aslan, Fırtına, Kafkaf, Gözgöz ve diğerleri kenetlenin, sporunuza sahip çıkın…

“At, Avrat, Silah” tan sonra hayatımıza giren yeni namus kavramımıza el uzatılmasına izin vermeyin!!! Bu konuda hassas olun… Temiz spor Türk Halkının namusudur!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder