3 Aralık 2011 Cumartesi

HEPİMİZ DÜNYA'DAN EFE AY'DAN...

Bazı anlar, bazı olaylar vardır ki bir şeylerin akışını değiştirirler.

Hepimizin yaşadığı bazı anlar veya olaylar hayat akışımızı değiştirmiştir; elbette o an veya olaylar bizler üzerinde derin izler bırakırlar, kendi yaşam amaçlarımızı gerçekleştirmemize, deneyimlerimizi artırmamıza ve gelecek nesillere deneyimlerimizi aktararak, arkamızda eserler bırakmamıza neden olurlar.

Bu bizlerin yaşam yolunda attığımız adımlarla kendimizi gerçekleştirme yöntemimizdir.

Bazı insanlar o kadar önemli an ve olaylara imza koyarlar ki, onların gerçekleştirdikleri şeyler sadece kendilerini veya yakınlarını değil geniş kitleleri etkiler.

1980 yılında tek televizyon kanalı olan TRT de siyah beyaz olarak yayınlanan ”Beyaz Gölge” diye bir dizi vardı ve Coach Reeves ile oyuncuları tüm Türkiye’ye dalga dalga basketbol sevgisi aşılıyorlardı. Şans bu ya aynı yıllarda Basketbol Milli Takımımız da oldukça iyi performans sergiliyordu.

8 yaşımda adım attığım Basketbol Ailesi’nin 37 yıllık ve hafızası oldukça kuvvetli bir ferdi olarak durup düşündüğümde zihnimde canlanan en önemli anlarda hep aynı vizyon ve hep aynı başrol oyuncusu var.

Yıl 1981, o zamanlar Avrupa Şampiyonası’na gitmek hayal gibi bir şey ve Avrupa Şampiyonası elemesi olarak “Challenge Round” adı altında zorlu bir turnuva oynanıyor. Avrupa Şampiyonası’na gidebilmek için hayati Finlandiya maçını mutlaka kazanmak gerekiyor. Bitime 3 saniye kala 2 sayı gerideyiz ve top kenardan bizde, o zamanlar 3 sayı kuralı yok, maçı uzatmaya götürmek için sayıları bulmak zorundayız. Top kenardan oyuna sokuluyor ve Efe ağabey 7-8 metre uzaktan el üzerinden müthiş bir şut atıyor, işte o şut, o an hepimizin kaderini değiştiriyor...

Son saniyede yakalanan beraberlik sonrası uzatma devresinde kazanılan Finlandiya maçı ve bir kaç ay sonrasında gelen ilk Balkan Şampiyonluğumuzla Türk Basketbolu’nun kaderi değişiyordu ve bu kaderde tarihi yazan altın adamlardan en önemlisi elbette Efe Aydan olmuştu...

Elbette o şutu atarken amacı tarih yazmak değildi, O sadece her takım oyuncusu gibi üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu, ama “BÜYÜK ADAM” olmak dedikleri zaten böyle bir şeydi. Büyük adamlar sıradan işler yaptıklarını düşünürken bile aslında tarih yazanlardır, onlar, bizlerin hayal bile edemeyeceği büyük işleri öylesine sıradanlıkla gerçekleştirirler ki sadece kendilerinin değil kitlelerin kaderini değiştirirler.

Basketbol Okulları Birliği Derneği’nin 2009 Basketbola Hizmet Ödül Töreninde kendisine takdim edilen minicik bir ödülü büyük bir tevazu ile kabul eden ve teşekkür konuşmasında “YAŞARKEN HATIRLANMAK” deyimini kullanarak gözlerimin dolmasına sebep olan Efe ağabeyime ne kadar teşekkür etsem azdır.

Sevgili Efe ağabey, eğer sen o sayıyı atmasaydın “Türk Basketbolu bugünlere gelebilir miydi ?” veya “Ne zaman gelirdi ?” sorularını her ortamda herkesle tartışmaya hazırım. Hayatını basketboldan kazanan bizler bir çok şeyimizi senin attığın sayılara, aldığın reboundlara, yaptığın bloklara, kaptığın toplara, verdiğin paslara, hırsına, yeteneğine, çalışkanlığına ve örnek kişiliğine borçluyuz.


Seni “HATIRLAMAK” veya “YAŞARKEN HATIRLANMAK” gibi anlamsız deyimleri lütfen bir daha kullanma çünkü sen hiç bir zaman aklımızdan çıkmıyorsun zaten...

3 Kasım 2011 Perşembe

YENİLMEZ ARMADA VE GRANİT

Tarih 04.05.1985, Spor ve Sergi Sarayı’nın soğuk ve rutubetli koridorlarından geçerek soyunma odasının yolunu tutuyorum. Maç çok önemli, aslında daha önemli maç yok, çünkü sezonun son maçı, Efes Pilsen ile finali oynayacağız.

Galatasaray soyunma odası çok fena bir yer, oyuncu başına 5 idareci düşüyor ve hepsi sigara veya puro içiyorlar, ne oturup ayakkabımızı bağlayabiliyoruz ne de nefes alabiliyoruz. Yenilmez Armada günlerini hafızalarında yaşamak isteyen eski basketbolcu ağabeylerimizin kahramanlık hikayeleri ile büyüyoruz.

Soyunma odasına varıyorum ama bir boşluk var, sanki bu boşluğu soyunma odasında değil de yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Hiçbir idareci, hiçbir eski oyuncu yok. Kelimeler zihnimde birleşiyor ve içimde sessiz bir monolog gelişiyor.

- Oğlum Cihat bu sefer yandık, kimse bize inanmıyor, yalnız kaldık, zaten Efes çok iyi takım ve çok formdalar, son maçta da bizi yenmişlerdi zaten, şimdi mahvolduk hayatta kazanamayız !!!

Tam o sırada Teknik Direktörümüz Yalçın Granit giriyor içeriye ve doğruca yanıma geliyor. Bendeki panik zirveye çıkıyor, her zamanki asık yüz ifadesi ve elinde oynamaktan asla vazgeçemediği anahtarlığı ile gözlerimin içine bakıyor. Belli ki maçı daha önce kafasında oynamış ve sonucu biliyor. Hemen söze giriyor.

- Cihat, biz bu maça iyi başlayacağız ama ikinci yarıda bizi yakalayacaklar, o zaman sen sahneye çıkacaksın ve muhtemelen seni Emir savunuyor olacak, sen ondan daha hızlısın, at şutlarını senin üzerine gelmek zorunda kalsın ve hayatın boyunca yapmadığın bir şeyi yap dal içeriye darmadağın et rakip pota altını, BU MAÇA ADINI YAZ CİHAT…

Al başına belayı, Yalçın ağabey düşünmüş taşınmış ve final maçının kilit anını 19 yaşındaki çocuğun omuzlarına yüklemiş, evet kabul ediyorum çok gururum okşandı, ama ya beceremezsem ne olacak ???

Dizlerimin titremesinden oturduğum bank sallanıyordu. Maç konuşması bitti, sadece oyuncular ve teknik kadronun olduğu soyunma odamızda CİM BOM BOM umuzu çekip sahaya çıkmak için kapıyı açtık.

Aman Allah’ım !!! Gözlerime inanamadım koridordan sahaya kadar belki 100 metre uzunluğunda iki sıra insan seli bizi bekliyordu öyle bir alkış koptu ki ne diz titremesi kaldı ne de heyecan, sanki 19 yaşında bir delikanlı değil de dünyanın en iyi ve tecrübeli oyuncusu gibi gördüm bir anda kendimi. İşin esası bu sefer o kadar çok insan gelmiş ki hepsi birden soyunma odasına sığmayacakları için haksızlık olmasın diye kimsenin soyunma odasına girmemesi konusunda fikir birliğine varmışlar…

Sahaya çıktım ve Yalçın ağabey ne dediyse harfiyen yerine getirdim, maçtan önce yazdığı senaryo sanki sahada canlanıyor gibiydi. Teknik adam değil de, oyun içinde ne zaman ne olacağını önceden bilen bir büyücüydü sanki. Rüya gibi bir 40 dakika geçirdikten sonra küçük bir çocuk dev bir şampiyonlukta pay sahibi olma gururunu yaşıyordu. Herşey o kadar yolunda gitmişti ki, bu maçtan sonra A milli takıma seçilmiştim. Artık Yalçın ağabeyin gözüne girmiş olmalıydım…

Şampiyonluk sevinci yaşanan soyunma odasına girdi Yalçın ağabey ve yanıma geldi, doğal olarak tebrik bekliyordum ama suratı her zamanki gibi asıktı, anahtarlığını sallayarak fırçasını attı.

- Sen ne zaman adam olacaksın Cihat sana bu maça adını yaz dedim, kazı demedim...

Bu hayatım boyunca duyduğum en onur verici azarlamaydı... O çoktan önümüzdeki sezonu kafasında oynamaya başlamıştı bile. Şampiyonluk onun için sadece bir andı.

Bizleri hep daha iyi olmaya zorladığın için sana minnetarız Yalçın Ağabey...