3 Kasım 2011 Perşembe

YENİLMEZ ARMADA VE GRANİT

Tarih 04.05.1985, Spor ve Sergi Sarayı’nın soğuk ve rutubetli koridorlarından geçerek soyunma odasının yolunu tutuyorum. Maç çok önemli, aslında daha önemli maç yok, çünkü sezonun son maçı, Efes Pilsen ile finali oynayacağız.

Galatasaray soyunma odası çok fena bir yer, oyuncu başına 5 idareci düşüyor ve hepsi sigara veya puro içiyorlar, ne oturup ayakkabımızı bağlayabiliyoruz ne de nefes alabiliyoruz. Yenilmez Armada günlerini hafızalarında yaşamak isteyen eski basketbolcu ağabeylerimizin kahramanlık hikayeleri ile büyüyoruz.

Soyunma odasına varıyorum ama bir boşluk var, sanki bu boşluğu soyunma odasında değil de yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Hiçbir idareci, hiçbir eski oyuncu yok. Kelimeler zihnimde birleşiyor ve içimde sessiz bir monolog gelişiyor.

- Oğlum Cihat bu sefer yandık, kimse bize inanmıyor, yalnız kaldık, zaten Efes çok iyi takım ve çok formdalar, son maçta da bizi yenmişlerdi zaten, şimdi mahvolduk hayatta kazanamayız !!!

Tam o sırada Teknik Direktörümüz Yalçın Granit giriyor içeriye ve doğruca yanıma geliyor. Bendeki panik zirveye çıkıyor, her zamanki asık yüz ifadesi ve elinde oynamaktan asla vazgeçemediği anahtarlığı ile gözlerimin içine bakıyor. Belli ki maçı daha önce kafasında oynamış ve sonucu biliyor. Hemen söze giriyor.

- Cihat, biz bu maça iyi başlayacağız ama ikinci yarıda bizi yakalayacaklar, o zaman sen sahneye çıkacaksın ve muhtemelen seni Emir savunuyor olacak, sen ondan daha hızlısın, at şutlarını senin üzerine gelmek zorunda kalsın ve hayatın boyunca yapmadığın bir şeyi yap dal içeriye darmadağın et rakip pota altını, BU MAÇA ADINI YAZ CİHAT…

Al başına belayı, Yalçın ağabey düşünmüş taşınmış ve final maçının kilit anını 19 yaşındaki çocuğun omuzlarına yüklemiş, evet kabul ediyorum çok gururum okşandı, ama ya beceremezsem ne olacak ???

Dizlerimin titremesinden oturduğum bank sallanıyordu. Maç konuşması bitti, sadece oyuncular ve teknik kadronun olduğu soyunma odamızda CİM BOM BOM umuzu çekip sahaya çıkmak için kapıyı açtık.

Aman Allah’ım !!! Gözlerime inanamadım koridordan sahaya kadar belki 100 metre uzunluğunda iki sıra insan seli bizi bekliyordu öyle bir alkış koptu ki ne diz titremesi kaldı ne de heyecan, sanki 19 yaşında bir delikanlı değil de dünyanın en iyi ve tecrübeli oyuncusu gibi gördüm bir anda kendimi. İşin esası bu sefer o kadar çok insan gelmiş ki hepsi birden soyunma odasına sığmayacakları için haksızlık olmasın diye kimsenin soyunma odasına girmemesi konusunda fikir birliğine varmışlar…

Sahaya çıktım ve Yalçın ağabey ne dediyse harfiyen yerine getirdim, maçtan önce yazdığı senaryo sanki sahada canlanıyor gibiydi. Teknik adam değil de, oyun içinde ne zaman ne olacağını önceden bilen bir büyücüydü sanki. Rüya gibi bir 40 dakika geçirdikten sonra küçük bir çocuk dev bir şampiyonlukta pay sahibi olma gururunu yaşıyordu. Herşey o kadar yolunda gitmişti ki, bu maçtan sonra A milli takıma seçilmiştim. Artık Yalçın ağabeyin gözüne girmiş olmalıydım…

Şampiyonluk sevinci yaşanan soyunma odasına girdi Yalçın ağabey ve yanıma geldi, doğal olarak tebrik bekliyordum ama suratı her zamanki gibi asıktı, anahtarlığını sallayarak fırçasını attı.

- Sen ne zaman adam olacaksın Cihat sana bu maça adını yaz dedim, kazı demedim...

Bu hayatım boyunca duyduğum en onur verici azarlamaydı... O çoktan önümüzdeki sezonu kafasında oynamaya başlamıştı bile. Şampiyonluk onun için sadece bir andı.

Bizleri hep daha iyi olmaya zorladığın için sana minnetarız Yalçın Ağabey...